İsim | Kökeni | Anlamı |
---|---|---|
Sırriye | Arapça | Sır saklamasını bilen kimse. |
Sıtkı | Arapça | bk. Sıdkı - İçi, yüreği temiz, doğru kimse. |
Sıtkıye | Arapça | bk. Sıdkıye - İçi, yüreği temiz, doğru kimse. |
Sıylı | Türkçe | Sevimli. |
Sıylıhan | Türkçe | Sevimli, cana yakın hükümdar. |
Sıylıkız | Türkçe | Sevimli, hoş kız. |
Sibel | Türkçe | l. Buğday başağı. 2. Henüz yere düşmemiş yağmur damlası. |
Sidre | Arapça | 1. Cennetteki son ağaç. 2. İnsanoğlunun bilim ve sanatta ulaşabileceği son nokta. |
Sili | Türkçe | 1. Temiz, pak. 2. İffetli, erdemli. |
Sim | Farsça, Arapça | l. Gümüş. 2. Gümüş para. 3. Gümüş gibi parlak ve beyaz. |
Sima | Farsça, Arapça | (si:ma:) |
Simavi | Farsça, Arapça | (sima:vi) |
Simay | Farsça, Arapça, Türkçe | Gümmüş gibi parlak güzel. |
Simayişems | Farsça, Arapça | (si:ma:yişems) |
Simber | Farsça, Arapça | Gümüş gibi beyaz göğüslü. |
Simden | Farsça, Arapça, Türkçe | Gümüşten yapılmış gibi, güzel ve parlak. |
Simge | Türkçe | İşaret, sembol. |
Simhan | Farsça, Arapça, Türkçe | Gümüş gibi parlak olan. |
Simin | Farsça, Arapça | (s,:min) |
Simruy | Farsça, Arapça | Gümüş yüzlü, gümüş gibi parlak, ışıltılı yüzü olan. |
Simten | Farsça, Arapça | Teni gümüş gibi güzel, parlak olan. |
Simüzer | Farsça, Arapça | Altın ve gümüş gibi parlak ve değerli olan. |
Sina | Arapça | 1. Arap Yarımadasının Mısır ile birleştiği yerde bir üçgen oluşturan yarımada. 2. Bu yarımadada bulunan ve Hz. Musa´ya Tanrı sözlerinin burada geldiğine inanılan dağ. |
Sinan | Arapça | Mızrak, süngü. |
Sincan | Türkçe | 1. Gülgillerden, Doğu Anadolu Bölgesinde yetişen, kırmızı veya kan kırmızısı renkte çiçekleri olan çok yıllık kokulu bir bitki. 2. Uygur Özerk Bölgesinin Çince'deki adı. |
Sine | Farsça, Arapça | (si:ne) |
Sinem | Farsça, Arapça, Türkçe | (si:nem) |
Singin | Türkçe | 1. Sıkılgan, mahcup 2. Saklanacak yer. 3. Kolayca sindirilebilen. |
Sipahi | Farsça, Arapça | (sipa:hi) |
Siper | Farsça, Arapça | 1. Korunulacak, saklanılacak yer. 2. Kuytu yer. 3. Savaşta askerlerin girdiği, hedef olmadan ateş etmek için kazılan hendek. |
Siracettin | Arapça | (sira:cettin) |
Siraç | Arapça | Işık, kandil, mum. |
Sirap | Farsça, Arapça | (si:rap) |
Siren | Fransızca | Üst tarafı kız, alt tarafı balık olduğuna inanılan deniz kızı. |
Sirer | Farsça, Arapça, Türkçe | Tok, doymuş kimse. |
Siret | Arapça | (si:ret) (si:ret) |
Sirmen | Farsça, Arapça, Türkçe | Gözü ve gönlü doymuş kimse. |
Sitare | Farsça, Arapça | (sita:re) |
Sitti | Arapça | Hanım, kadın. |
Siva | Arapça | (siva:) |
Siyavuş | Farsça, Arapça | Yağız atlı. |
Siyret | Arapça | bk. Siret - (si:ret) (si:ret) |
Solmaz | Türkçe | Her zaman taze, körpe ve genç olan. |
Som | 1. İçi dolu olan, kaplama olmayan. 2. Katışıksız. | |
Somay | Türkçe | Ay gibi kusursuz, eksiksiz olan kimse. |
Somel | Türkçe | Doğru, katışıksız, güçlü eli olan kimse. |
Somer | Türkçe | Doğru, güçlü kimse. |
Somnur | Türkçe, Arapça | Aydınlık, nurlu. |
Sonad | Türkçe | Son çocuğa konulan bir ad. |
Sonalp | Türkçe | Sonuncu, son doğan yiğit. |